31 Ekim 2013 Perşembe

İnsanın ana vatanı çocukluğu mudur?

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır."

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendimedüşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana
kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya
çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?"

Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.
Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu.

Sonra konuşmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim
ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki: "Baba ya, ben seni çok seviyorum."

Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi.

"Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi," hayır, kötü değil", dedi.

-"Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.

Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.

"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.

Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.

Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.

Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU

30 Ekim 2013 Çarşamba

Otizmin farkındayım, onların yanındayım!


Otizm
            Otizm, doğuştan olan, beynin ve sinir sisteminin farklı yapısından ya da işleyişinden kaynaklandığı kabul edilen nörobiyolojik bir bozukluktur. Başkalarıyla etkileşimde bulunmayı engelleyen ve kişinin kendi iç dünyasıyla baş başa kalmasına yol açan otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkmakta ve bireylerin sosyal iletişim, etkileşim ve davranışlarını olumsuz olarak etkilemektedir.


Eğer çocuğunuz:
  • Başkalarıyla göz teması kurmuyorsa,
  • İsmini söylediğinizde bakmıyorsa,
  • Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
  • Parmağıyla ile istediği şeyi göstermiyorsa,
  • Oyuncaklarla oynamayı bilmiyorsa,
  • Akranlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
  • Bazı sözleri tekrar tekrar ve ilişkisiz ortamlarda söylüyorsa,
  • Konuşmada akranlarının gerisinde kalmışsa,
  • Sallanmak, çırpınmak gibi garip hareketleri varsa,
  • aşırı hareketli, hep kendi bildiğince davranıyorsa,
  • Gözleri bir şeye takılıp kalıyorsa,
  • Bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa,
  • Günlük yaşamındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa, otizm açısından değerlendirme yapmak gerekir.
Otizmin belirtileri nelerdir?

Otizm, üç alanda sorunlarla kendini gösterir. Bu alanlar ve bu alanların her birinde gözlenebilecek belirtiler aşağıda yer almaktadır.

A. Sosyal Etkileşim Sorunları 
1. Sosyal etkileşim için gerekli sözel olmayan davranışlarda yetersizlik: 
Sıra dışı göz kontağı özellikleri: Göz kontağı hiç kurmamak, çok kısa süreli kurmak ya da alışılmadık biçimde kurmak. Örneğin, birden bire gözlerini karşısındakinin gözlerine dikmek ve kaçırmak. 
Jest ve mimik kullanımında sınırlılık: Konuşurken çok az jest ve mimik kullanmak. 
Başkalarına ne kadar yakın ya da uzak duracağını ayarlayamamak: Sosyal ortamların gerektirdiği uzaklıkları ayarlayamamak; başkalarına fazla yakın ya da uzak durmak. 
Ses kullanımında sıra dışılık: Konuşurken alışılmadık ses kalitesi ve vurgu özellikleri göstermek. 
2. Yaşa uygun akran ilişkileri geliştirememek: 
Arkadaşlık kurmakta zorlanmak: Çok az sayıda arkadaşa sahip olmak ya da hiç arkadaş edinememek. 
Akranlarla etkileşimde bulunmamak: Kendi yaşıtlarıyla oynamada, konuşmada vb. çok isteksiz davranmak; örneğin, yalnızca kendisinden çok küçük ya da büyük kişilerle etkileşmek. 
Yalnızca özel ilgilere dayalı ilişkiler geliştirmek: Belli kişilerle, yalnızca belli ilgilere dayalı olarak (örneğin, favori konularda) etkileşimde bulunmak. 
Grup içinde etkileşimde bulunurken zorlanmak: Örneğin, işbirliğine dayalı oyunların kurallarına uymakta zorlanmak. 
3. Başkalarıyla zevk, başarı ya da ilgi paylaşımında sınırlılık: 
Yalnızlığı yeğlemek: Başkalarının genellikle aile üyeleriyle ya da arkadaşlarıyla birlikte yaptığı pek çok şeyi (örneğin; TV izlemek, yemek yemek, oyun oynamak vb.) yalnız başına yapmayı yeğlemek. 
Belli olay ya da durumlara başkalarının dikkatini çekme çabası göstermemek: Örneğin; şaşırtıcı bir durum karşısında başkalarına işaret etmemek, bir şey başardığında başkalarıyla paylaşmamak vb. 
Sözel övgü karşısında tepki vermemek: Başkalarının kendisine yönelttiği övgü sözleri ya da sözel onaylamalar karşısında çok az tepki vermek ya da hiç tepki vermemek. Örneğin, hoşnutluk belirtisi göstermemek. 
4. Sosyal-duygusal davranışlarda sınırlılık: 
Başkalarının ilgisi karşısında tepkisiz kalmak: Birileri kendisine seslendiğinde ya da kendisiyle etkileşmek istediğinde tepki vermemek, duymuyormuş ya da fark etmiyormuş gibi davranmak. 
Başkalarının yaptıklarına karşı ilgisizlik: Ortama birinin girmesi, ortamdan birinin çıkması, birinin konuşmaya başlaması gibi, başka çocukların çok ilgisini çeken bazı olaylar karşısında ilgisiz kalmak; böyle durumlarda, gülümseme gibi hoşnutluk ifadeleri ya da ağlama gibi hoşnutsuzluk ifadeleri göstermemek. 
Başkalarının duygularını anlamada yetersizlik: Üzülen, ağlayan, kızan, sevinen vb. kişiler karşısında duyarsız davranmak; örneğin, üzgün birini rahatlatma çabası göstermemek. 
B. İletişim Sorunları 
5. Dil gelişiminde gecikme: 
İki yaşından büyük olup da tek bir sözcük bile söylememek. 
Üç yaşından büyük olup da iki sözcüklük basit ifadeler (örneğin, ‘baba git') kullanmamak. 
Konuşmaya başladıktan sonra basit bir dilbilgisi yapısı kullanmak ya da belli yanlışları tekrarlamaya devam etmek. 
6. Karşılıklı konuşmada zorluk: 
Karşılıklı konuşma başlatmada, sürdürmede ve sonlandırmada önemli sorunlar göstermek: Örneğin, bir kez konuşmaya başlayınca, konuşmayı uzun bir monolog şeklinde sürdürmek ve karşısındakilerin yorumlarını göz ardı etmek. 
Konuşma konularında seçicilik: Kendi favori konuları dışındaki konularda çok zor ve isteksiz olarak konuşmak. 
7. Sıra dışı ya da yinelenen dil kullanmak: 
Başkalarının kendisine söylediklerini yinelemek. 
Televizyondan duyduklarını ya da kitaplardan okuduklarını, ilişkisiz zamanlarda ve bağlam dışı olarak yinelemek. 
Kendisinin uydurduğu ya da yalnızca kendisine anlam ifade eden sözleri yinelemek. 
Aşırı resmilik ve didaktiklik gibi konuşma özellikleri göstermek. 
8. Gelişimsel düzeye uygun olmayan oyun:
Senaryolu oyunlarda sınırlılık: Oyuncaklarla evcilik, okulculuk, doktorculuk vb. hayali oyunlar oynamamak. 
Sembolik oyunlarda sınırlılık: Bir nesneyi başka bir nesne olarak (örneğin, küpü mikrofon olarak) kullanarak oyun oynamamak. 
Oyuncaklarla alışılmadık biçimlerde oynamak: Örneğin; topu zıplatmak yerine sürekli olarak bir eliyle vurmak, Legoları birbirine takıp bir şeyler yapmak yerine sıraya dizmek vb. 
Sosyal oyunlara karşı ilgisizlik: Küçük yaşlardayken, ‘ce-e' vb. sosyal oyunlara karşı ilgi göstermemek. 
C. Sınırlı/Yinelenen İlgi ve Davranışlar 
9. Sınırlı alanda, yoğun ve sıra dışı ilgilere sahip olmak: 
İlgi takıntıları: Bazı konulara karşı aşırı ilgi duymak ve başka konuları dışlayarak sürekli o konularla ilgili konuşmak, okumak, ilgilenmek vb. istemek. 
Bazı sıra dışı konulara aşırı ilgi duymak: Örneğin; astrofizik, uçak kazaları ya da sulama sistemleri. 
İlgi duyduğu konularla ilgili ince ayrıntıları anımsamak: Kendi favori konularındaki en ince ayrıntıları bile ezbere bilmek. 
10. Belli düzen ve rutinlere ilişkin aşırı ısrarcılık:
Belli etkinlikleri her zaman belli bir sırayla yapmak istemek: Örneğin, arabanın kapılarını hep aynı sırayla kapatmak. 
Günlük rutinlerde değişiklik olmamasını istemek: Örneğin, eve gelirken hep aynı güzergâhı izlemek ya da eve geldiğinde önce televizyonu açıp sonra tuvalete gitmek. 
Günlük yaşamdaki değişiklikler karşısında aşırı tepki göstermek: En ufak bir değişiklik karşısında aşırı kaygılanmak ya da öfke nöbeti yaşamak. 
Değişiklikleri daha kolay kabullenebilmek için, meydana gelecek değişikliklerle ilgili önceden bilgi sahibi olmaya gereksinim duymak. 
11. Yinelenen (kendini uyarıcı) davranışlar: 
Sıra dışı beden hareketleri: Örneğin; parmak ucunda yürümek, çok yavaş yürümek, kendi ekseni etrafında dönmek, durduğu yerde sallanmak, farklı bir beden duruşuna sahip olmak vb. 
Sıra dışı el hareketleri: Örneğin; ellerini sallamak, parmaklarını gözlerinin önünde hareket ettirmek, ellerini farklı biçimlerde tutmak vb. 
12. Nesnelerle ilgili sıra dışı ilgiler ve takıntılar: 
Nesneleri sıra dışı amaçlarla kullanmak: Örneğin, oyuncak arabanın tekerleklerini çevirmek ya da oyuncak bebeğin gözlerini-açıp kapamak vb. davranışları tekrar tekrar yapmak. 
Nesnelerin duyusal özellikleriyle aşırı ilgilenmek: Örneğin, eline aldığı her nesneyi koklamak ya da gözlerinin önünde tutarak ve evirip-çevirerek incelemek. 
Hareket eden nesnelere aşırı ilgi göstermek: Örneğin; tekerlek ya da pervane gibi dönen nesnelere, akan su ya da yanıp sönen ışık gibi hızlı hareket eden görüntülere uzun sürelerle bakmak. 
Nesne takıntıları: Bazı sıra dışı nesneleri (örneğin, bir silgi ya da küçük bir zincir parçası) elinden bırakmak ya da gözünün önünden ayırmak istememek. 


Otistik Bozukluk Tanısına İlişkin Ölçütler 

Amerikan Psikiyatri Birliği, otistik spektrum bozuklukları içinde yer alan otizm tanısı için: 
Çocuğun yukarıda sıralanan 12 belirtiden en az altısına sahip olmasını; 
Bu belirtilerden en az ikisinin sosyal etkileşim sorunları kategorisinden, en az birer tanesinin ise diğer iki kategoriden (iletişim sorunları ve sınırlı/yinelenen ilgi ve davranışlar) gelmesini kabul etmektedir. 
Ayrıca, bu belirtilerden en az birinin 36 aydan önce varlığı da aranmaktadır. 
Otistik spektrum bozukluğu şemsiyesi altında yer alan diğer kategoriler için daha farklı ölçütler söz konusudur. Örneğin, Asperger sendromu tanısı için, iletişim sorunları alanında herhangi bir belirti görülmemesi gerekmektedir. 

Erken Teşhis ve Tedavi 
Bebeklik dönemi açısından değerlendirme yaptığımızda; otizmin erken teşhisi ile ilgili olarak özellikle sosyal belirtilere dikkat edilmesi gerekmektedir. 15. aya kadar göz kontağı kurmama, taklit etmeme, yüz ifadesinin donukluğu ve olağandışı motor bulgular özellikle önem taşımaktadır. Bunların dışında,

Erken Tanıda Dikkat Edilmesi Gereken En Belirgin Gelişim Özellikleri:
1.ay › yüze bakma
2.ay › gülümseme
2-3. ay › obje takibi
2-6..ay › sesli uyaranlara tepki
3-6.ay › kavrama becerileri
4-7.ay › yüz ifadelerini ayırma
6. ay › heceler
7. ay › konuşma seslerini taklit
8-10.ay › bakımverenleri tercih etme
12. ay › bakımverenden ayrılmaya tepki yoksa,
12-24. ay› işaret etmiyor, objeyi yetişkine göstermiyor, isme cevap vermiyor, uygun jestleri göstermiyor, sosyal uyaranlara tepkisiz davranıyor ise;
12. ayda babıldama yok, 16.ayda sözcük yok ise, 24. ayda spontan iki kelime ile cümle yoksa , bir uzman tarafından çocuğun değerlendirilmesi kritik önem taşımaktadır.
Erken Tanı Neden Önemlidir?
Erken çocukluk dönemi, özellikle yaşamın ilk beş yılı beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönemdir. Bu gelişimsel özellik çocuğun öğrenme yeteneğini doğrudan etkilemektedir. Otistik çocuklarda, sinir hücreleri arasında kurulan bağlantıların sayıca daha az ve yapısal olarak da sağlıksız özellikler taşıması nedeniyle, özellikle erken çocukluk döneminde beyin ve sinir sisteminin gelişimi için çocuğun düzenli olarak uyarılması gerekmektedir. 
Çocuk eğitimcileri çocuklarda okul öncesi eğitimin okul başarısına olumlu etkilerini kanıtlamışlardır. Çocuklar için önemle vurgulanması gereken erken çocukluk dönemi eğitimi, özel ihtiyaçlar gösteren çocuklar için daha da önemlidir. 
Otizm her ne kadar yaşam boyu süren bir durum olsa da ve tam olarak iyileşme bugünkü bilgilere göre mümkün görülmese de, erken çocukluk döneminde yoğun eğitim alan çocukların gösterdiği semptomlarda olumlu yönde belirgin değişikliklerin olduğuna ve %70’e varan düzelmelerin olabileceğine işaret eden umut verici bilimsel araştırmalar bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, özellikleri ve gereksinimleri ne olursa olsun her vakada erken tanı ve eğitimin olumlu etkisini kanıtlamıştır. Ancak bu noktada çocukların bireysel özellikleri ve zihinsel becerilerinin, yaşadıkları aile ve sosyal çevrenin bu süreçteki önemini göz ardı etmemek gerekecektir.

NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 

29 Ekim 2013 Salı

Çocuğunuza ne bırakacaksınız?

" Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya,... taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz.... Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü varmı diye aranmaya başladı...

- "Üstü kalsın kardeşim" dedim.
Döndü bana doğru:
- "Vaktin varmı ağabey ?" dedi.
- "Evet" dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- "Birader" dedim,"9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 krş. benden?"
- "Ne alacağım ağabey 50 krş.u!"
- "Peki, niye gittin 25 krş. için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim."
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- "Vaktin varmı ağabey?"
- "Var."
- "Çek kapıyı o zaman."
Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız...

5 dk. konuştuk. İngiltere'de profösüründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- "Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık."
"Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize" Durun kalkmayın" derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı."
"Aha" dedim, "Bizim meslekten", seminerci...
- "Ne anlatırdı baban?"
- "Hayatta nasıl başarılı olunur?"
" O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor."

- "Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,"Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?"
- "Ne bıraktı?"
- "Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın..." Falan filan...
"Ağabey, aradan 15 yıl geçti…"
"Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var."

"Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- "Asıl mirası bizim baba bırakmış."
"Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 krş’u evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah'a şükür."
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- "Dur ağabey, asıl bomba şimdi!"
- "Nedir bomban?"
- "Nerede oturuyoruz biliyor musun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz."

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.
Bir Babanın En Güzel Mirası AHLAK'tır...

Kaynak : Ahmet Şerif İZGÖREN

25 Ekim 2013 Cuma

Kanser düşmanı ; C VİTAMİNİ


C Vitamini Nedir ve C Vitamini Özellikleri Nelerdir? 

C vitamini faydaları sağlığımız için birçok açıdan önem taşır. C Vitamini biyolojik işlevlerin çeşitliliğinde hayati bir rol oynayan suda eriyen bir maddedir. C vitamininin diğer adı askorbik asittir. Diğer canlılara benzemeyen şekilde, insan vücudu kendi C vitamini ihtiyacını üretemez ve bu nedenle beslenmemizde  günlük C vitamini kullanımı  sağlığımız açısından önemlidir. Askorbik asit suda eriyen bir vitamin olduğundan vücudumuzun dokularında sadece sınırlı miktarlarda depolanır. Fazla C vitamini miktarları vücuttan idrarla atılabilir ve böylelikle bu vitamin nadiren toksisite ile ilişkilendirilir.

C Vitamini Faydaları

Kolajen Yapıcı

Kolajen yapıcı özelliği C vitamini faydaları arasında yer alan önemli bir işlevdir. C vitamini hücreleri dokuları oluşturmak için bağlayarak bedeni bir arada tutan birincil madde olan kolajen oluşumunda çok önemli roller oynar. Vücudumuzun her kısmında, kemiklerimiz, cilt, tendonlar, kartilaj, kan damarları ve dişler dâhil mevcuttur. C vitamininin eksikliğinden doğabilecek olan iskorbüt olarak adlandırılan hastalık kan damarlarının zayıflama ve sızma yapmasına,  kemikler ve bağlayıcı dokuları zayıflamasına ve cildin sarkmasına sebep olan bütün vücudumuzda kolajen dokusunun bozulması ile meydana gelir.

Güçlü bir Antioksidan

C vitamini yararları arasında güçlü bir antioksidan olması sebebiyle  serbest radikallere karşı koruyucu özelliğinin bulunması da vardır . Bu vitamin hücrelere zarar veren ve bağışıklık sistemini zayıflatan ve yaşlanma ve hastalığın başlıca nedeni olan serbest radikallerden bedenlerimizi koruyan önemli bir antioksidandır. Askorbik asit DNA’nın ve başka moleküllerin DNA’ya ve diğer moleküllere oksidatif zararlarını asgariye indirmek için E vitamini ile ve enzim glütasyon peroksidaz ile beraber çalışır. Aynı zamanda kalp krizlerini önlemeye yardımcı olması C vitamininin faydaları arasındadır. Zira LDL olarak adlandırılan kötü kolesterol sadece serbest radikallerden zarar gördüğünde tehlikeli olur. Bağışıklık sistemini destekler. Antikor oluşumunu hızlandırıcı etkisi vardır. Dişeti sağlığı ve yaraların iyileşmesi için yararlıdır.

C Vitamininin Diğer Yararları

· Anemi tedavisine yardımcı olur, zira demir emilimine yardımcı olur.

· Katarakt oluşumunu önlemeye veya geciktirmeye yardımcı olur zira araştırmalar düşük C 
vitamini düzeylerinin artan katarakt riskiyle ilişkili olduğunu göstermektedir.

· Birçok kanser çeşidine karşı korunmaya yardımcı olur.

· Toksik mineral kurşunun birikimini engeller.

· Sıradan soğuk algınlığının önlenmesinde ve tedavisinde kullanılabilir.

· Uzmanlar, hamilelikte veya emziren annedeki C vitamini eksikliğinin anne karnındaki ve yeni doğan bebeğin zihinsel gelişimini etkilediğini belirtiyorlar. Kopenhag Üniversitesi Yaşam Bilimleri Fakültesi’nde gerçekleştirilen ve sonuçları American Journal of Clinical Nutrition adlı tıp dergisinde yayınlanan araştırma,  C vitamini eksikliği olan kobayların hipokampüsle ilgili nöronlarının %30 daha az olduğunu ve hafızalarının daha kötü olduğunu göstermiştir.

· California Üniversitesi’nde yapılan ve sonuçları Amerikan Sağlık Birliğinin (JAMA) dergisinde çıkan araştırmaya göre, çok sigara içen kişilerin kanlarında yüksek olduğu saptanan kurşun miktarı, 1000 mg. C vitamini yüklemesiyle düşürülebilir.

· Boston’daki Tufts Üniversitesi araştırmacıları, 10 yıldan fazla C vitamini alan kişilerde, kataraktın ilk belirtisi olan erken göz merceği donukluğu riskinin %77 oranında ortadan kalktığını tespit etmişlerdir.

C Vitamini ve Kanser

• Kansere karşı mücadele eden NK-natural killer adlı hücreler büyük oranda C vitamini olduğunda aktif olabiliyor.

• C vitamini antikanser aktivitesi olan interferon üretimini de canlandırıyor.

• C vitamini, hücreyi serbest radikallere karşı korumaya yardım eden peroksidazları artırıyor.

• Amerikada’ki Ulusal Sağlık Enstitüsünce yapılan ve sonuçları Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi dergisinde yayınlanan araştırmaya göre yüksek dozda C vitamini enjekte edilmesi kanserin ilerlemesini önleyici etki göstermektedir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde C vitamini enjeksiyonu tümörlerin yarı yarıya küçülmesini sağlamıştır.

• C vitamininin kanser hücresini öldürme etkisinin yalnızca damardan alındığı zaman mümkün olabildiği belirtiliyor.

• Nadirende olsa bazı durumlarda C vitamini kullanımının hızla büyüyen habis tümörleri olan kişilerde tümör nekrozunda ani bir artışa yol açarak ölümcül bir etki yapabileceği belirtiliyor. Bu yüzden bu tür tedavilerin sadece doktor gözetiminde olması gerekiyor.

• Bazı kanser türlerine karşı etkili olabileceği belirtilirken bir çalışmada ise lösemi hastalarında olumsuz etki yaptığı görülmüştür. Bu yüzden daha net bulgular elde edilene kadar lösemi hastalarının bu şekilde C vitamini kullanması tavsiye edilmiyor.

• C vitamininin kanser tedavisinde kullanılabileceğini ifade eden doktorlar olmakla birlikte henüz yeterli kanıt olmadığı için bu tür bir tedaviye karşı çıkan uzmanlarda var. Ayrıca C vitamini gibi antioksidanların kemoterapi ve radyoterapinin etkisini azaltabileceği uyarısında bulunuyorlar. Bu yüzden doktordan habersiz olarak bu tür antioksidanların kullanılmaması gerektiği ifade ediliyor.

C Vitamini Nelerde Bulunur – C Vitamini İçeren Yiyecekler Hangileridir?

C vitamini en çok taze meyve ve sebzelerde bulunur. Kuşburnu, misket  limonu, frenk üzümü, portakal, greyfurt, yeşil biber c vitamini kaynakları arasında olan besinlerdir. Domates, karnabahar, ıspanak, patates gibi besinler de içinde C vitamini bulunan besinler arasındadır.

Günlük C Vitamini İhtiyacı

C vitamini kullanımı : Önerilen C vitamini miktarı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu vitamin için RDA (Önerilen Günlük Doz) 60 mg’dır fakat bilhassa belirli bir sağlık durumu riski ile karşı karşıyaysanız birçok sağlık uzmanı 500 mg lık dozlar önerir. Şayet genel sağlığınızı bir multi vitamin veya besin takviyesi ürünü ile iyileştirmek istiyorsanız, formülde 40 ila 60 mg askorbik asit makul miktar olmalıdır.

C Vitamini Fazlalığı:  Bulantı kusma ve ishale neden olur. Fazla c vitamini alımı böbrek taşı riskini artırabileceği belirtilmektedir.

C Vitamini Eksikliği: C vitamini eksikliğinde iskorbüt denilen hastalık ortaya çıkar. Diş eti kanamaları ve çürümeler görülür. Enfeksiyonlara karşı direnç zayıflar.

İskorbüt: C vitamini eksikliğinde ortaya çıkan bir hastalıktır. Halk arasında diş eti çekilmesi olarak bilinir.

Halsizlik, kolayca kanayan dişetleri, ciltte morluklar, eklemlerde ağrı ve yuvarlanan saçlar belirtileridir. C vitamini eksikliğinde yorgunluk, iştah azalması, yara iyileşmesinde gecikme, deride kuruluk ve çatlamalar, eklemlerde şişmeler olur. Vücut direncinin azalmasından dolayı grip ve nezleye yakalanma riski artar.


Antikor : Vücudun bakterilerin antijenlerine (ki protein yapidadırlar) karşı akyuvarlarca (bi iki merkez daha var) ürettiği proteinler.


NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 

Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa

24 Ekim 2013 Perşembe

Lösemi ve Kemik iliği nakli nedir? Ne kadarını biliyoruz?

Lösemi Nedir?

ÇOCUKLUK ÇAĞINDA LÖSEMİLER:
Çocukluk çağındaki kanser vakalarının %35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir.Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200-1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Sitogenetik ve moleküler tekniklerdeki yeni gelişmelerle; genetik yatkınlıklar, radyasyon, benzen ve türevleri (bali, vs.), böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden oldukları çalışmalarla gösterilmiştir. Lösemi her yaşta görülmektedir. En sık çocukluk çağında 2-5 yaşlarında artmaktadır. 1 yaşın altında, 10 yaşın üstündeki yeni vakalarda tedaviye cevap azalmaktadır.
Herhangi bir etkiyle damarlarımızda dolaşan kanın esas yapım yeri olan kemik iliğimizdeki ana hücrelerde oluşan şifre değişikliği ile blast adını verdiğimiz olgun olmayan kan hücrelerinde artış meydana gelmektedir. Bu hücreler hızla yayılarak kemik iliğini, lenf bezlerini, dalağı, karaciğeri, beyin ve merkezi sinir sistemini tutmaktadır.
BELİRTİLERİ:
Çocuklarda lösemi hastalığının belirtileri:
* İştahsızlık
* Kansızlık
* Zayıflama
* Bacaklarda kemik ağrıları
* Cilt altında kanamaları (kırmızı noktalar veya morarmalar)
* Burun ve dişeti kanamaları
* Ateş
ilk gözlenen bulgulardır.Ayrıca yayıldığı organlara ait belirtiler, örneğin başağrısı, kusma, karın ağrısı, görme bozuklukları önem taşıyabilir. Bu yakınmalarla müracaat ettikleri çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme, kanama bulguları tespit edilebilir.
Yapılan kan, kemik iliği, hücre tipini belirleme ve genetik tetkikler sonucu kesin tanı konulabilir.
Tanıdaki ayrıntılı testler genellikle lösemi tiplerini, tedavi prensiplerini belirlemede yardımcı olacaktır.

TEDAVİSİ:
Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile başlar. Bu safhada kan veya kanın içindeki özel hücrelerini donörlerden (gönüllü kan verici kişi) alınarak lösemili hastaya verilmesi, enfeksiyon mevcutsa gerekli mücadelelerin yapılması, böbreklerin, karaciğer ve kalbin kemoterapi ilaçlarının yan etkilerinden korunma önlemlerinin alınması çok önemlidir.
Ayrıca hastaların ve ailelerin hastalık hakkında bilgilendirilmesi, löseminin umutsuz değil, tersine iyi bir tedavi ve moral desteği ile lösemide %85'lere varan oranda iyileşmenin sağlandığının açıklanması tedavinin ikinci basamağıdır.
TEDAVİ ESASLARI ve İLK TEDAVİ:
Çok yüksek doz, birbirinden farklı en az 6 çeşit ilacın 4-6 hafta içerisinde damardan ve ağızdan verilmesidir. Burada amaç, blast adı verilen kötü huylu ana hücrelerin yok edilmesidir.
Ancak bu kemoterapi ilaçları, maalesef yalnızca kötü hücreleri etkilememekte, vücudumuzun iyi, faydalı hücrelerini de yok etmektedir. Bu nedenle, çocuklarımızın saçları dökülmekte, ağızlarında, bağırsaklarında yaralar açılmakta, halsizleşmektedirler. Yine, vücudumuzu enfeksiyonlara karşı koruyan savunma hücreleri de ilaçlarla yok edildiğinden immün sistem yıkılmakta, en ufak bir mikrop, hastalık etkeni dahi tüm vücuda yayılıp ağır ateşli enfeksiyonlara neden olmaktadır.
Bu nedenle lösemili çocuklarımız etraflarındaki insanlardan, havadan, sudan mikrop almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar.

Kemik İliği Nakli Nedir?

Çocukluk çağı lösemilerinde esas olan ilaçla tedavidir. Toplam 3-3.5 yıl süren kemoterapi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedaviye cevap alınamayan vakalarda ve bazı özel durumlarda kemik iliği nakli uygulanabilir (%5-10 oranında).
TEDAVİNİ ESASLARI NELERDİR?
Kemik iliği naklinde temel prensip, kan hücrelerinin yapımını sağlayan ana-kök hücrelerin sağlam bireylerden (verici-donör) alınarak lösemi hastasına verilmesidir. Böylece normal kan yapımı sağlanmış olur.
KİMLERDEN KEMİK İLİĞİ ANA-KÖK HÜCRELERİ ALINIR?
1- Doku grupları (HLA) uygun kardeşlerden veya nadiren diğer aile bireylerinden (ALLOJENİK).
2- Doku grupları (HLA) uygun akraba olmayan vericilerden (Kemik İliği Doku Bilgi Bankası aracılığıyla).
3- Hastanın kendi kemik iliğinin dondurularak saklanması ve gerektiğinde verilmesi.
4- Damarlarımızda dolaşan kanın içindeki ana-kök hücrelerin özel bir yöntemle toplanarak hastaya verilmesi.
5- Göbek Kordonu Kanı: Yeni doğan kardeşin ana-kök hücrelerden zengin plasentasından (eş) toplanan kanın kullanılması.
NASIL KEMİK İLİĞİ ALINIR?
Toplama işlemi ameliyathane koşullarında genel anestezi altında uyutularak yapılır. Özel iğneler kullanılarak kemik içine girilerek ilik enjektörlere çekilir. Belirli miktarda alınan ana-kök hücreler özel torbalarda, filtre edilerek bekletilmeden lösemi hastasına damar yoluyla verilir.
Ana-kök hücrelerin çok çok az bir kısmı alındığından verici-donör için yapılan işlemin hiçbir sakıncası yoktur.
Nakil işlemlerinden sonra 3 hafta içinde sağlam ana-kök hücrelerden kan hücrelerinin hızla yapımı başlar. Verilen kemik iliğinin alıcıda reddini önlemek amacıyla 6 ay kadar koruyucu tedaviler uygulanır.
KEMİK İLİĞİ NAKLİNİN BAŞARI ORANI:
Dünyanın gelişmiş hematoloji merkezlerinde olduğu gibi ülkemizde de kemik iliği nakli başarıyla yapılmaktadır. Löseminin cinsine ve vericinin uygunluğuna göre değişmekle birlikte sonuçlar olumludur. %43 ile %83 oranında başarı elde edilmektedir.
YAN ETKİLERİ:
Alıcı lösemi hastasının kemik iliği nakline hazırlanma aşamasında ve sonrasında çeşitli ciddi komplikasyonlar çıkmaktadır. Geç dönemde de normal kişilere göre 5 kez daha fazla oranda yeniden lösemi ya da çeşitli kanser tipleri ortaya çıkabilir.
Kemik iliği naklinden 1 yıl sonra, lösemili çocuklar sağlıklarına kavuşmakta ve normal yaşantılarına dönebilmektedirler.
Ülkemizde hasta başına ortalama 25.000 dolara malolan kemik iliği nakli, yurt dışında bir sağlık turizmi haline getirilmiş olup 100.000-250.000 dolar harcanmaktadır. Bu nedenle; Türkiye'de daha çok sayıda özelleşmiş kemik iliği nakli merkezinin hizmete açılması yararlı olacaktır.
Not: UNUTMAYIN SADECE BİR TÜP KAN VEREREK BİRİLERİNE HAYAT VEREBİLİRSİNİZ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-İ Sina Hastanesi, Akrabalık Dışı Kemik İliği ve Kordon Kanı Bankası Tel: 0312 508 24 44
Antalya-Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Pediatri bölümü. Başvurular pediatri servisinden yapılacak. Tel: 0242 249 60 00
Bursa-Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi=0224 295 00 00
İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası Tel=0212 534 75 00
İzmir-Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kan Merkezi=0232 390 40 29
Kayseri-Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,
Konya-Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi

GÖNÜLLÜ KEMİK İLİĞİ BAĞIŞCISINDAN KAYIT SIRASINDA NELER TALEP EDİLİR ?
1- 5 ml'lik küçük bir tüp örneği alınır. (Herhangi bir kan tahlilinde olduğu gibi.)
2- "Kemik İliği / Kök Hücre Bağış Formu" doldurulur. Vericinin kanı incelendikten sonra kişi, kemik iliği bankası gönüllü vericisi olarak kaydedilecektir.

21 Ekim 2013 Pazartesi

TÜBİTAK 'ın desteklediği proje meyvesini verdi...

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ BAKTERİDEN ELEKTRİK ÜRETTİ
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bestamin Özkaya ve beraberindeki ekip, bakteriden üretilen elektrikle led lambayı yakmayı başardı.
Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bir ekip, ilginç bir projeye imza attı. YTÜ Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bestamin Özkaya önderliğinde geliştirilen proje, yenilenebilir enerji alanında önemli bir adımın atılmasını sağladı.Türkiye’de ilk olma özelliğini taşıyan proje, YTÜ’lü bilim insanları bakteriden elektrik enerjisi üretmeyi başardı. TÜBİTAK tarafından 500 bin liralık destek alan iki adet proje yaklaşık 5 yıldır sürdürülüyor. Haliç’in tabanından alınan bakteriler laboratuvar ortamında aşılanarak çoğaltıldı. Reaktöre üreyen bakterileri arıtma işlemi sırasında ortaya çıkardıkları enerjinin depolanması ile sistem çalıştı.

“BİYOLOJİK PİL HİÇ BİTMEZ”

Projenin sorumlusu Prof. Dr. Özkaya, çevre kirliliğinin tehlikeli boyutlara ulaşması alternatif kaynakların çevre dostu olmasını zorunlu kıldığını vurguladı. Özkaya, “Üretim aşamasında en önemli rol atıkları temizleme özelliği bulunan bakterilere düşüyor. Onların açığa çıkarttığı enerji kullanılan düzenek sayesinde depo ediliyor. Evsel nitelikli atık suyu vererek atık sudaki organik maddeyi fermantasyon sağlanarak doğrudan elektrik akımı üretiyoruz." ifadelerini kullandı.

Kızamık Salgınına Dikkat...

KIZAMIK HAKKINDA GENEL BİLGİ

Kızamık, bir tür virüsün neden olduğu döküntülü bir hastalıktır. Önce basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlar, ardından yüz ve enseden başlayan, gövdeye de yayılan kırmızı renkte döküntü ortaya çıkar. Henüz aşı olmamış ve anneden geçen korumanın azaldığı bebekler, okul öncesi dönemdeki çocuklar, bağışıklık sistemi zayıf kişiler, 2 doz kızamık aşısı yapılmamış kişiler hastalığa yakalanma için yüksek riskli gruplardır. Mikropla temastan sonra kuluçka dönemi 10-12 gündür. Önce; ateş, halsizlik, iştahsızlık, gözlerde sulanma ve kızarma, öksürük ve burun akıntısı başlar. 2-3 gün içinde, yanak içlerinde beyaz benekler, bundan 2 gün sonra da yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen kırmızı döküntü ortaya çıkar. Kızamık geçiren hastalarda, özellikle iyi beslenmemiş çocuklarda bronşit, zatürre, ishal, orta kulak enfeksiyonu, konjonktivit, körlük gibi komplikasyonlar görülebilir. Yıllar sonra ortaya çıkabilen nadir bir komplikasyon da, merkezi sinir sistemini dejenere eden ölümcül bir tablo olan SSPE ( Subakut Sklerozan Pan Ensefalit ) denilen bir hastalıktır. Kızamık çok bulaşıcıdır. Hasta kişiyle solunum teması, öpüşme, aynı kaptan yeme gibi yollarla virüs alınır. Hastalığın en bulaşıcı olduğu dönem, ateş başlamadan öncesiyle döküntü çıktıktan 4 gün sonrasına kadarki dönemdir. Hasta çocuk, bu dönemde izole edilmeli, döküntü başladıktan sonra en az 5 gün okula gitmemelidir. Viral bir hastalık olduğu için, etkene yönelik tedavi yoktur. Ancak; yatak istirahati, bol sıvı alımı, öksürük için soğuk buhar yardımcı olacaktır. Doktorun önerdiği ateş düşürücü ve vitamin takviyesi kullanılabilir. Hastalık yaklaşık 1 hafta sürecek, ömür boyu bağışıklık sağlayacaktır. Kızamık aşıyla önlenebilen bir hastalıktır. Ancak ilk yaş içinde ( genellikle 9 ay dolunca ) yapılan tek doz aşının yeterli olmadığı, en az 2 doz aşı gerektiği unutulmamalıdır. Gelişmekte olan ülkelerde, halen tüm çocuklara aşılanması sağlanamamakta ve 5 yaş altı çocuk ölümlerinde en sık sorumlu olan enfeksiyon etkeni olarak kızamık karşımıza çıkmaktadır. Hedefimiz, aşısı olan bir hastalık yüzünden çocuklarımızın sıkıntı çekmemesi, ölümcül olabilen komplikasyonlarla karşılaşmamalarıdır.

NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 



Kaynak: http://www.webhatti.com/cocuk-sagligi/660986-kizamik-hakkinda-genel-bilgi.html

20 Ekim 2013 Pazar

Çocuğumun alması gereken günlük kalsiyumu verebiliyor muyum?



Cevap bu linkte http://kalsiyumetre.com/ Ayrıca kendi almanız gereken kalsiyum ihtiyacınızı da hesaplayabilirsiniz. İyi eğlenceler :)


Uykunun önemi

Çocuğunuzun beyin gelişimi 0-3 yaş döneminde hayati önem taşır


Bebeklerin zihinsel gelişiminde uykunun önemini Hisar Intercontinental Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Birol Saral’dan öğrendik. 

Annelerin uykunun çocuk gelişimindeki önemini bilmediğini dile getiren Uzm. Dr. Saral; ‘Maalesef annelerin çoğu bebeklerinin beslenmesine aşırı dikkat ederken, bebeklerin büyümesi için uykunun genel olarak gerekli olduğu dışında, kaliteli ve kesintisiz gece uykusunun bebeklerin büyümelerinde ve beyin gelişiminde ne kadar önemli role sahip olduğunun farkında değiller.Türkiye’de yapılan bir araştırmada, annelerin % 80’nin uykunun önemi hakkında bilgi sahibi olmadığını ortaya koymuştur. Mükemmel bir gece uykusu, bebeğinizin gün boyu öğrendiklerini düzenlemesini, enerji depolarını yenilemesini ve yeni güne mutlu, zinde ve en önemlisi öğrenmeye açık olarak başlamasını sağlayarak zihinsel gelişimini hızlandırır. Bebeklerin uyku problemleri yaşaması beyin gelişiminde geriliğe neden olacak ve sağlıklı büyümesine engelleyecektir. Çünkü 0-3 yaş dönemi zihinsel gelişim ve sağlıklı büyüme için çok kritik bir dönemdir. Bu dönemde bebekler çok hızlı büyür ve gelişirler. Sonraki dönemlerde büyüme ve gelişme hızı düşer. Özellikle beyin gelişimi için 0-3 yaş dönemi hayati önem taşır. Beyin gelişiminin % 80’i bu dönemde tamamlanır ve beyin ölçüsü neredeyse yetişkinlikteki büyüklüğe ulaşır. Ayrıca bu dönemdeki hataların ve ihmallerin telafisi mümkün değildir. Eğer 0-3 yaş döneminde çocuk ihmal edildiyse; kesintisiz ve kaliteli uyumadıysa, sağlıklı beslenmediyse ve iyi bakılmadıysa bunlar beyin gelişimde geriliğe yol açarak ileri ki yaşlarda telafisi olmayan durumlara neden olabilir. Bu nedenle kesintisiz gece uykuları özellikle REM uykuları bebeğin potansiyel beyin gelişimini gerçekleştirmesi için çok önemli role sahiptir.’ açıklamasında bulundu. 


Bebeklerin Gece Uykusu En Az Beslenme Kadar Önemlidir!
Bebeklerin sağlıklı gelişimleri için kesintisiz gece uykusu en az beslenme kadar önemlidir. Çünkü bebekler gerçekten de uyuyarak büyürler. Uyku sırasında, özellikle karanlıkta melatonin hormonu salgılanır. Bu hormonun salgılanması bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli bir role sahiptir ve aynı zamanda hipofiz bezinin daha fazla büyüme hormonu salgılamasını sağlar. Uyku sırasında bebeğin çalışmayan kasları da çalışarak enerji depoları yenilenir. Bebekler uyurken beyinleri çalışır ve gelişir. Bebek, uyanıkken oyunda öğrendiği bilgileri uyku sırasında organize ederek beynine kaydeder. Böylece beyinde nöronlar arası bağlar oluşur ve güçlenir. Uyku süresi ve kalitesi bütün bu gelişmelerin olabilmesi için çok önem kazanır. İyi uyumuş ve dinlenmiş bir bebek, uyku öncesi depoladığı bilgileri hafızasına düzenli bir şekilde kaydetmiş olarak güne daha enerjik başlar. Böylece uyanıkken yeni şeyler öğrenmeye de istekli olur ve kaliteli oyunlar oynayabilir.

Oyun ile gece uykusu arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz. Bebeğin zihinsel gelişiminin hızlanması için, uyanıkken uyarıcı bir çevrede oyun oynamaya; oyunda öğrendiği bilgileri pekiştirmek ve böylece beyindeki nöronlar arasında yeni bağlar kurabilmek, var olan bağları güçlendirebilmek için ise; kaliteli ve kesintisiz gece REM uykusuna ihtiyaçları vardır. Bebeklerin kesintisiz ve kaliteli bir şekilde REM uykusunu alabilecekleri tek zaman ise “gece” olur. Beyin gelişimi için hayati önem taşıyan REM (Rapid Eyes Movement) uykusuna aktif uyku da denilir. Eğer uykuda bebeğin gözleri sık kıpırdanıyorsa, hızlı nefes alıp veriyorsa ve ağız hareketleri yapıyor veya gülümsüyorsa, bu bebeğin REM uykusunda olduğunu gösterir. REM uykusu, uykuyla uyanıklık arası bir durumdur ve bebek dış etkenlerle uyanmaya hazırdır. Beyindeki nöronlar arası bağlantılarının güçlenebilmesi ve uyanıkken öğrenilenlerin şekillenebilmesi için ise REM uykusu gereklidir. Eğer çeşitli nedenlerle bebeğin gece uykusu devamlı bölünürse ve uykusunu yeterince alamazsa, bu bebeğin gelişiminde problemlere neden olabilir. Çünkü uykusunu yeterince alamayan bebek huzursuz uyanır, oyun oynamaz, etrafına karşı ilgisizdir, bir şeye yoğunlaşmakta zorluk çeker, çevresindekilere karşısı uyumsuz ve hırçındır. Bu durum oyun oynayarak öğrenmesine ve gelişimine engel olur. Aynı şekilde bebek uyanıkken uyarıcı bir çevrede oyun oynayarak yeni şeyler öğrense bile, o gece uyku sık sık bölünürse oyunda öğrendikleri bilgileri beyine işlemeye fırsatı bulamayacak ve öğrenmesi kalıcı olmayacak, bir sonraki gün yine öğrenmeye hazır olmadan uyanacaktır. Bebeklerinin mutlu uyanarak, uzun süreli oyunlar oynayarak, yeni şeyler öğrenebilmeleri ve bu öğrendiklerini REM uykusunda beyine işleyebilmeleri için anneler bebeklerinin gece uykularını kesintisiz ve kaliteli geçirmelerini sağlamalıdır.

Bebeklerin Sağlıklı Uyku Süreleri 
* Yenidoğan döneminde bebekler günde toplam yaklaşık 11-18 saat uyurlar. 3-4 kez gündüz uyumaları da vardır.
• 2-3 aylık dönemde 3-4 saat aralıksız uyur ve beslenmek için uyanır. Aktif uyku %43’e düşer.
• 3 aylık olduklarında bebeklerin %71’i tüm gece boyunca uyurlar. 
• 4 aylık dönemde, geceleri daha uzun; gündüzleri daha kısa uyurlar.
• 6 aylık periyotta 5-6 saatlik uyku döngüsünde 1-2 kez uyanırlar. Uyandıktan sonra bebeklerin 1/3-1/2’si kendi kendine yeniden dalarlar. Günde toplam yaklaşık 11-14 saat uyurlar ve bu bebeklerin %84’ü tüm gece boyunca uyuyabilir.
• 10 aylık bebeklerin 90%'ı tüm gece boyunca ve günde ortalama 10-13 saat uyurlar.
• 12 aylık bebekler günde toplam yaklaşık 10-13 saat uyurlar.
• 18-21 ay arası gündüz uykusu teke düşer.
• 21-36 ay arası çocukların büyük kısmı günde 1 kez yarım saat ile 3 saat arası öğlen uykusuna ihtiyaç duyarlar.
• 2 yaşında günde 10-12 saat uyurlar.
• Oyun çağı çocukları ise gün içinde 12-14 saat uyur. 1-3 kez gündüzleri uyurlar; ancak bunun akşam uykusuna yakın bir dönemde olmamasına özen gösterilmelidir.
• Okul öncesi dönemde ise geceleri 11-13 saat arası uyurlar, genellikle gündüz uyumazlar.
• 5-12 yaş arası çocuklar geceleri 11 saat uyurlar.
• Son yapılan çalışmalar ergenlerde gecede 10 saatlik bir uykuya ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Ortalama 7-7,5 saattir.
• Erişkinlerde ise optimal uyku süresi 8 saattir. Yaş ilerledikçe uyku, uykuya dalma ve uykuda kalma süreleri değişiklik gösterir.

NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 


Kaynak: http://bebekvecocuk.milliyet.com.tr/cocugunuzun-beyin-gelisimi-0-3-yas/bebegiminmutfagi/detay/1776098/default.htm

19 Ekim 2013 Cumartesi

Akdeniz Anemisi hakkında bilinmesi gerekenler

AKDENİZ ANEMİSİ (BETA TALASEMİ) TAŞIYICILIĞI VE HASTALIĞI

Beta talasemi anne ve babadan çocuklara kalıtsal olarak geçen, önlenebilir bir kan hastalığıdır. Türkiye’nin de içinde olduğu Akdeniz ülkelerinde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Taşıyıcıların saptanması, genetik danışma ve doğum öncesi tanı konabilmesiyle engellenebilir bir hastalık olmasına rağmen, dünyada her yıl en az 365.000 talasemi hastası doğmakta ve tedavi görmektedir. Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı ve 4.500 kadar talasemi hastası vardır. 

Beta talasemi hastalığı ağır, tedavi düzgün sürdürülmezse yaşam süresini belirgin kısaltan ve yaşam kalitesini çok olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Hastalığın tedavisi zordur ve maliyeti çok yüksektir. Talasemili bir hastanın yıllık tedavi maliyeti 10.000 dolar civarındadır. Bu nedenle, hastalıklı bireylerin doğmasını engellemek çok önemlidir ve gerekli koruyucu önlemlerin alınması devlet tarafından da desteklenmektedir. 

Beta talasemide taşıyıcılık ve hastalık nedir? 
İnsanlarda bir özelliğe ait genlerden iki adet bulunur, biri anneden, diğeri babadan geçer. Beta talasemi için anne ve babadan geçen globin geni normalse çocuk normal, biri değişikliğe uğramışsa çocuk taşıyıcı, ikisi de değişikliğe uğramışsa çocuk hasta olur. 

Beta talasemi nasıl ailesel geçiş gösterir? 
Bir beta talasemi taşıyıcısı, taşıyıcı olmayan normal bir kişi ile evlenirse doğacak her bir çocuk için %50 taşıyıcı, %50 normal olma olasılığı vardır. Bu durumda hastalık ortaya çıkmaz, korkulacak bir durum yoktur; ancak çocuklarda taşıyıcılık olup olmadığı araştırılır. Taşıyıcı olanların ileride sağlıklı çocukları olması için gerekli bilgi verilir, taşıyıcı biri ile evlenirse çocuklarında hastalık olabileceği anlatılır. 
Bir toplumda taşıyıcılık oranı ne kadar yüksekse rastlantısal olarak iki taşıyıcının evlenme ve hasta çocuk sahibi olma olasılığı o kadar yüksektir. İki taşıyıcının evlenmesi sonucunda her bir çocuk için %25 oranında hastalıklı doğma, %50 taşıyıcı olma ve %25 normal doğma ihtimali vardır. Özellikle akraba evliliklerinde hastalıklı çocuk doğma riski yüksektir, bu kişilerin evlilik öncesi gereken tetkikleri yaptırmaları çok önemlidir. 

Talasemi taşıyıcılığı ve hastalığı nasıl saptanır? 
Hasta veya taşıyıcı olduğu bilinen ailelerde tarama sonucu veya kansızlık nedeniyle getirilen çocuklarda tanı konur. Taşıyıcı kişiler hafif kansızdır, demir tedavisinden yarar görmezler. Tam kan sayımının iyi değerlendirilmesi ve hemoglobin elektroforezi yapılmasıyla tanı kolayca konur. Hasta olanlarda ağır kansızlık vardır; anne, baba ve çocuğun tam kan sayımı, hemoglobin elektroforezi ve genetik tetkikleri yapılarak kesin tanı konur. 

Beta talaseminin klinik şekilleri nelerdir? 
Beta talasemi klinik olarak 4 şekilde görülür: 
1. Talasemi major (Ağır hasta tipi): Anne ve baba taşıyıcıdır, çocuğa geçen iki globin geni de defektlidir. Genellikle bebek 6 aylık olduğunda ağır bir kansızlık ortaya çıkar ve hayatın ilk 4-12 ayında tanı konur. Halsizlik, solukluk, iştahsızlık, huzursuzluk, karaciğer, dalak büyümesi sonucu karın şişliği, kemiklerde genişleme ve incelme, burun kökü basıklığı, alın ve diğer yüz kemiklerinde çıkıntı ile anormal yüz görünümü ortaya çıkar. Laboratuvar tetkiklerinde ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarları azalmıştır; ağır bir anemi vardır. Hemoglobin düzeyi 7 g/dl’nin altındadır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A hemen hemen yoktur ve yerini hemoglobin F almıştır. Hemoglobin A2 normal, düşük veya hafif artmış olabilir. Bu hastalar hayatları boyunca düzenli tedavi görmek zorundadırlar. 
2. Talasemi intermedia (Orta ağır hasta): Anne ve baba taşıyıcıdır, çocuğa geçen iki beta globin geni de defektlidir ancak talasemi majordan farkı genlerdeki değişim daha hafif bir klinik tabloya yol açan tiptedir. Klinik daha ılımlıdır, kansızlık daha hafiftir. Hemoglobin düzeyi 7-10 g/dl arasındadır. Hastalar genellikle düzenli kan transfüzyonu gereksinimi duymazlar. 
3. Talasemi minör (Talasemi taşıyıcılığı): Bu kişilerin hafif derecede kansızlık dışında sorunları olmaz. Laboratuvar tetkiklerinde hemoglobin değeri hafif düşüktür, ortalama eritrosit hacmi ve ortalama eritrosit hemoglobin miktarları azalmıştır. Demir eksikliğinden farklı olarak eritrosit sayıları normal veya artmıştır. Hemoglobin elektroforezinde hemoglobin A2 ve hemoglobin F hafif yüksektir. Talasemi taşıyıcılığı bir hastalık değildir ve tedavi gerektirmez. Talasemi taşıyıcılarında da bebeklik döneminde iyi beslenememe nedeniyle demir eksikliği gelişebilir. Bu nedenle demir eksikliği tanısı konan hastalar demir tedavisi sonrasında değerlendirilmeli ve birlikte bulunabilecek talasemi taşıyıcılığı atlanmamalıdır. Talasemi taşıyıcılarının büyük bir çoğunluğu bu hastalığı taşıdıklarını bilmezler ancak kendileri gibi taşıyıcı biri ile evlenip hasta bir çocuk sahibi olduklarında ya da tarama sonrasında öğrenirler. 
4. Talasemi minima: (Talasemi taşıyıcılığı): Bulgular talasemi minördeki gibidir, ancak hemoglobin elektroforezi normal saptanır, tanı gen analizi ile konur. 

Beta talasemili hastanın tedavi ve izlemi nasıldır? 
Beta talasemili hasta ömür boyu her 3-4 haftada bir kan desteğine ihtiyaç duyar. Talasemili hastanın hemoglobini 9,5 g/dl’nin üzerinde tutulmalıdır. Kansızlığı düzeltmek için verilen kan transfüzyonları vücutta demir birikmesine yol açar ve kalp, karaciğer, tiroid, pankreas ve dalak gibi organlarda hücre hasarına yol açar. Hastalarda kalp yetmezliği, şeker hastalığı, gelişme geriliği ve hormonal yetersizlik gibi problemler gelişir. Bunların gelişmemesi için demir birikimini önlemek amacıyla hastalara genellikle 3 yaş civarında özel bir pompa ile haftanın en az 5 günü, 8-12 saat süren deri altı infüzyonu ile verilen bir ilaç (desferrioksamin) başlanır. Son yıllarda ağızdan alınan tablet şeklindeki ilaçlar da doktorun uygun gördüğü hastalarda kullanılmaya başlanmıştır. 
Talasemili hastalarda tam kan sayımı, kan demir düzeyi, kalp, karaciğer ve hormonal sistem düzenli olarak değerlendirilir; kan yolu ile bulaşan hastalıklara dikkat edilir. Yıllık kan tüketimi normalin 1,5 katını aşmışsa ileri yaşlarda dalak operasyonla çıkartılır. Dalağın çıkarılması kan ihtiyacını azaltır ancak kesin çözüm değildir. 
Kemik iliği nakli hastalığı tamamen düzeltebilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle iyi tedavi edilen, karaciğerde hasar oluşmamış hastalarda, doku tipi uygun sağlıklı kardeşten yapılan kemik iliği nakli başarılı olmaktadır. Ancak bazı olgularda kemik iliği nakli sırasında veya sonrasında çeşitli ciddi problemler ortaya çıkabilmekte veya nakil başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. 
Araştırmalara devam edilen gen nakli henüz hastalara uygulanmamaktadır. 

Beta talasemili hastalarda beslenme nasıl olmalıdır? 
Bu bireylerde verilen kanlarla demir birikmesi yanısıra barsaktan emilen demir miktarı da arttığından demirden zengin gıdalarla beslenmekten kaçınılmalıdır. Ancak bu durum talasemi taşıyıcıları için geçerli değildir; talasemi taşıyıcılarında gereksinimin arttığı durumlarda demir eksikliği anemisi de gelişebilmektedir. 

Beta talasemili hastalar evlenip çocuk sahibi olabilir mi? 
Düzenli kan transfüzyonu ve demir birikimi için tedavi uygulanan hastalar evlenip çocuk sahibi olabilirler. Beta talasemi hastası olan bir kişi taşıyıcı olmayan, normal bir kişi ile evlenirse çocukları taşıyıcı olur, hasta olmaz; taşıyıcı bir kişi ile evlenirse her bir çocuk için %50 hasta, %50 taşıyıcı olma ihtimali vardır. 

Beta talasemi hastalığından nasıl korunulur?
  1. Toplum eğitimi: Toplum beta talasemi konusunda eğitilmeli ve akraba evliliklerinin riskleri açısından bilgilendirilmelidir.
  2. Taşıyıcıların tespiti: Özellikle taşıyıcılığın yüksek oranda görüldüğü bölgelerde hasta ve taşıyıcı bireylerin tüm akrabalarının kan tetkiki ile taranması ve evlenecek çiftlerin taşıyıcılık açısından değerlendirilmesi çok önemlidir.
  3. Genetik danışma: Eşlerin ikisinin de taşıyıcı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmeli, genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır (örnek mutasyon analizi).
  4. Prenatal (doğum öncesi) tanı: İki taşıyıcının evliliği söz konusu ise çiftler mutlaka her gebeliğin erken döneminde (ilk 2 ay) doktora başvurmalı ve gerekli tetkikleri yaptırmalıdırlar.
Günümüzde prenatal ve preimplantasyon (in vitro fertilizasyon) tanı yöntemleri ile talasemik hasta çocuğun doğması önlenebilir. 

Kaynaklar
  1. Orkin SH, Nathan DG, Ginsburg D, Look AT, Fisher DE, Lux SE (Eds). Nathan and Oski’s Hematology of Infancy and Childhood, Seventh Edition, W.B. Saunders Company, 2009, Philadelphia, USA.
  2. Kliegman RM, Behrman RE, Jenson HB (Eds). Nelson Textbook of Pediatrics, 18th edition, W.B. Saunders Company, 2007, Philadelphia, USA.
  3. Canatan D, Aydınok Y (Eds). Talasemi ve hemoglobinopatiler tanı ve tedavi kitabı, Talasemi Federasyonu, 2007, Antalya.
  4. Yeşilipek A (Ed). Hemoglobinopatiler özel sayısı. Türkiye Klinikleri, 2007, Ankara.
  5. http://www.thd.org.tr/thd_halk/?sayfa=akdeniz_anemisi