4 Kasım 2014 Salı

Serebral Palsi Nedir?


Serebral Palsi nedir ?


Serebral palsinin tanımı:

Serebral palsi nedir? Doğum öncesinde, doğum sırasında veya doğumdan hemen sonra tıbbi bir problem nedeniyle gelişen, ilerleyici olmayan ancak kalıcı olan beyin hasarıdır. Serebral Palsi, kas kontrolü ve vücut hareketlerinin kaybıyla karakterizedir. Teşhisi doğumdan kısa bir süre sonra konur. Ancak bazen tanı geç dönemde çocukluk çağında da konabilmektedir.

Serebral palsi ‘de hangi vücut organları tutulur?


Serebral palsi ‘de kas kontrolü ve vücut hareketlerinin kaybı yanısıra birçok organ sisteminde bozukluklar olabilir. Örneğin çocuğun gözlerinde görme kayıpları, gözlerde kayma-şaşılık, işitme kayıpları, yutma bozuklukları, salya akması, idrar kaçırma, mental fonksiyon bozuklukları da görülebilir.




Serebral palsinin tipleri:

Tıbii terminolojide serebral palsinin birçok türü vardır. Bunların arasıda şunlar sayılabilir:

Spastik serebral palsi
Atetoid serebral palsi
Miks tip serebral palsi
Spastik serebral palsi


Serebral palsinin en sık görülen formudur. Tüm serebral palsi olguları içinde neredeyse %90 oranındadır. Bu grupta, kaslarda kasılma (spastisite) bulunmaktadır. Spastik serebral palsinin ise yine birden fazla çeşidi bulunmaktadır. Tıbbi olarak bunlara hemiplejik tip, diplejik tip ve total tip denir. Hemiplejik tipte vücudun bir yarısında tutulum mevcuttur. Diplejik tipte her iki bacakta tutulum varken kollarda tutulum azdır. Total tipte ise tüm uzuvlar ve gövde etkilenmiştir.

Atetoid serebral palsi

Athetoid serebral palsi bir hareket bozukluğu olup beyinde genelikle bazal ganglion veya beyincik denen bölgelerin hasarı sonucunda oluşur. Genellikle sarılık veya beynin oksijensiz kalma durumlarında ortaya çıkar. Bu tipteki çocuklarda, uzuvlarda ve gövdede yavaş, istemsiz hareketler oluşmaktadır. Bu istemsiz hareketler heyecanla birlikte artış gösterirken istirahatte ve uykuda kaybolur. Çocuklar bu istemsiz hareketlerden ve kas tonuslarındaki dalgalanmalardan dolayı otururken, ayakta dururlarken ve yürürlerken postür ve dengelerini korumakta güçlük çekerler.

Miks tip serebral palsi

Atetoid ve spastik serebral palsinin birlikte olduğu formdur.

Ailelerin de rahatça anlayabilmeleri için serebral palsiyi fonksiyonel olarak 3 ana gruba ayırabiliriz:

1) Hafif tip serebral palsi
2) Orta tip serebral palsi
3) Ağır tip serebral palsi


Ağır tip serebral palsili bir çocuğun yürüyebilmesi çok zordur. Orta tip serebral palsili çocuklar iyi bir tedavi ile yürüyebilirler. Ancak ağır tip serebral palsi için de yapacak birçok tedavi bulunmaktadır. Ağır tip serebral palsinin de en ağır formlarında bile yapılacak uygulamalar bulunmaktadır. Örneğin böyle bir çocuğun alt bezinin değiştirilmesi için yapılacak bir botoks enjeksiyonu aileyi çok rahatlatabilecektir. Veya ağır serebral palsi nedeniyle oturamayan bir çocuğu oturur duruma getirmek dahi büyük bir gelişmedir.
Sevgili aileler,

Halk dilinde “spastik çocuk” şeklinde anılan Serebral Palsi, 2000 doğumdan yaklaşık 5 çocukta görülen bir hastalıktır. Toplumumuzda bu hastalık ile ilgili birçok değişik söylenti ve yanlış bilgiler bulunmaktadır. Serebral Palsi’li çocukların aileleri, bu bilgi kirliliğinden dolayı yanlış yönlenmekte ve güç durumlarda kalmaktadırlar. Mevcut bilgi yanlışlıklarını düzeltmek, Serebral Palsi ile ilgili konularda bilgi verebilmek için bu web sayfası hazırlanmıştır.

Öte yandan, Serebral Palsi hastalığı, toplumumuzda ne yazık ki çok suistimal edilen bir konumda bulunmaktadır. Çocuklarımızın çoğuna gereksiz, yetersiz veya yanlış şekillerde uygulamalar yapılmaktadır. Bilinmelidir ki, Serebral Palsi’de sadece basit hareketlerden oluşan egzersiz tedavisi çok eksik kalacaktır. Ülkemizde maalesef ailelere bilinçli veya bilinçsiz şekillerde doğru olmayan mesajlar verilmektedir. Örneğin en sık duyduğumuz yanlışlıklardan birisi, hastalığın bebeklikten itibaren erken tedavisinin gerekli olmadığı yönündeki telkinlerdir. Halbu ki, Serebral Palsi’den şüphe ediliyorsa, bebek doğar doğmaz, tedavi mümkünse kuvözde başlamalıdır. Yine kas kasılmalarının erken tedavileri çok önemli olduğu halde, buna “gereksiz” veya “zararlı” bile dendiğine sıklıkla şahit olmaktayız. Oysa kas kasılmalarının tedavilerine geç başlandığında çoğu zaman iş işten geçmiş olabilmektedir. Serebral Palsi’li çocuğu olan aileler Serebral Palsi tedavileri ve rehabilitasyonu konularında çok dikkatli olmalıdırlar ve güven duydukları tıbbi birimlere mutlaka danışmalıdırlar. Tedavi görecekleri yerlerde, bu hastalıkla ilgili hangi tedavilerin uygulandığını mutlaka detaylı bir şekilde araştırmalıdırlar


Burada, Serebral Palsi ile ilgili sık sorulan soruların yanıtları verilmiştir. Hasta aileleri bunları dikkatlice okumalı ve her bir konu ile ilgili bilgi sahibi olmalıdırlar. Böylelikle çocuklarına en güzel yardımı yapmaya başlayacaklardır. Daha sonradan aileler, bilgilerini genişletmeli, çocuklarının tedavi oldukları yerlerde bizzat terapilere de katılmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, Serebral Palsi’nin tedavisinde rehabilitasyon ekibinin her elemanının büyük önemi olduğu gibi, ailelerin de tedaviye katılmaları ve bu tedavileri sürdürmeleri elzemdir. Zaten aile bireyleri de rehabilitasyon ekibinin en önemli elemanıdırlar. Rehabilitasyon ekip elemanlarının büyük eksiklik gösterdiği, çocukların terapilerinin ailelere açık tutulmadığı, hastalık hakkında geniş şekillerde bilgi ve tedavi olanakları sunulmayan tedavi merkezlerinin Serebral Palsi’li çocuklarımıza fazla bir yararı olamayacağı akıldan çıkarılmamalıdır.

Serebral Palsi’nin toplumsal yönü de ülkemizde çok zayıftır. Örneğin çocuklarımızın iyi ve yeterli eğitimlerinin sağlanabilmesi için detaylı çalışmalar yapılmalıdır. Bu konuda ilgili kamu kurumları sorgulanmalı ve gerekli hizmetleri sağlamalarının yolları aranmalıdır. Bu konuda biz sağlık çalışanlarına, hasta ailelerine, sivil toplum örgütlerine büyük görevler düşmektedir.

Bütün sorunlarınız ve sorularınız için bizlere her zaman ulaşabilirsiniz. Aklınıza takılan her türlü problemi gerek telefondan gerekse karşılıklı olarak bizlerle paylaşabilirsiniz. Sizlerin önerilerinizi de bizler paylaşmak isteriz. Başta çocuklarımız olmak üzere, hepinize sağlıklı bir ömür dilerim.


Prof. Dr. Erbil Dursun



NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir.

Kaynak: http://www.felc-romatizma.com/serebral-palsi/

13 Kasım 2013 Çarşamba

Artikülasyon nedir?

                Çocuklar, bebeklikten itibaren çevresiyle iletişim halindedir. Bazen ağlayarak bazen de anlamsız sesler çıkararak çevresindekilere dertlerini anlatmaya çalışırlar. Çocuklarda zaman zaman konuşma bozuklukları olabilir. Uzman Psikolojik Danışman Meltem Canver Kozanoğlu da bizlere bu konuşma bozukluklarını ve karşılaştığımız takdirde neler yapmamız gerektiğini anlattı. Konuşma seslerini çıkarma işlemine söyleyiş (artikülasyon) denir. Artikülasyon bozukluklar gelişimsel olarak beklenen sesleri çıkartamama ya da yerine başka şey söyleme durumudur. Çocuklarda en çok rastlanan durum; r sesi yerine y, k sesi yerine de t sesinin kullanımıdır. Artikülasyon Problemi Karşısında Yapılması Gerekenler Artikülasyon problemleri çocukta var olan yapısal (dudak, çene ve diş yapısı) bir zorluktan kaynaklanabilir. Bir hekime danışarak fizyolojik bir problem olup olmadığını öğrenin. İşlevsel bir problem olup olmadığını araştırın. Özellikle işitme ile ilgili problemler seslerin ayrımlaştırılması ve çıkartılmasında olumsuz rol oynar. Küçük yaşta yapılacak müdahaleler daha hızlı sonuç vereceğinden çok gecikmeden konuşma ve dil terapistinden destek alın. Çıkartmakta zorlandığı sesleri tespit edin. Bu sesleri içeren kelimeler hazırlayın. Çocuğunuz telaffuz ettiğinde onunla birlikte değerlendirin. Sesleri ayrımlaştırması için benzer seslerden oluşan kelimeler verip aynı mı yoksa farklı mı olduğunu bulmasını sağlayın. Sesleri telaffuz edemediğinde yanlış yaptın! vurgusundan kaçınarak seslerin doğru telaffuzunu sizden tekrar duymasını sağlayın. Ev içinde yapacağınız destekleyici çalışmalarda sabırlı olun. Çok fazla sıkmadan günlük hayatın içine, eğlenceli oyunlarla çalışmalarınızı devam ettirin.

                          Arkadaşalar benim size tavsiyem aşağıdaki çalışamalrı çocuklarımızı fazla sıkmadan gün içerisinde oyun oynar gibi yaptırabilirsiniz. Faydası olabileceğini düşünüyorum.


         Nefes Kontrolü                               Dil Çalışmaları
Nefes tutma
Nefes alıp verme
Balon şişirme
Yanakları şişirme
Üfleme
Dil çıkarma
Dili sağa sola döndürme
Dili aşağı yukarı döndürme
Dille yiyecek alma
Sakız çiğneme


         Emme Çalışmaları                        Dudak Çalışmaları
Tüp çikolata emme
Biberon emme
Şeker emme

Dudağı açma-kapama
Aşağı-yukarı hareket ettirme
Sağa-sola hareket ettirme
Büzme-germe hareket ettirme



NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 

Kaynak: http://www.webhatti.com/cocuk-sagligi/765874-artikulasyon-nedir.html



31 Ekim 2013 Perşembe

İnsanın ana vatanı çocukluğu mudur?

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır."

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendimedüşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana
kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya
çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?"

Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.
Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu.

Sonra konuşmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim
ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki: "Baba ya, ben seni çok seviyorum."

Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi.

"Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi," hayır, kötü değil", dedi.

-"Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.

Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.

"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.

Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.

Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.

Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU

30 Ekim 2013 Çarşamba

Otizmin farkındayım, onların yanındayım!


Otizm
            Otizm, doğuştan olan, beynin ve sinir sisteminin farklı yapısından ya da işleyişinden kaynaklandığı kabul edilen nörobiyolojik bir bozukluktur. Başkalarıyla etkileşimde bulunmayı engelleyen ve kişinin kendi iç dünyasıyla baş başa kalmasına yol açan otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkmakta ve bireylerin sosyal iletişim, etkileşim ve davranışlarını olumsuz olarak etkilemektedir.


Eğer çocuğunuz:
  • Başkalarıyla göz teması kurmuyorsa,
  • İsmini söylediğinizde bakmıyorsa,
  • Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,
  • Parmağıyla ile istediği şeyi göstermiyorsa,
  • Oyuncaklarla oynamayı bilmiyorsa,
  • Akranlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,
  • Bazı sözleri tekrar tekrar ve ilişkisiz ortamlarda söylüyorsa,
  • Konuşmada akranlarının gerisinde kalmışsa,
  • Sallanmak, çırpınmak gibi garip hareketleri varsa,
  • aşırı hareketli, hep kendi bildiğince davranıyorsa,
  • Gözleri bir şeye takılıp kalıyorsa,
  • Bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi sıra dışı hareketler yapıyorsa,
  • Günlük yaşamındaki düzen değişikliklerine aşırı tepki veriyorsa, otizm açısından değerlendirme yapmak gerekir.
Otizmin belirtileri nelerdir?

Otizm, üç alanda sorunlarla kendini gösterir. Bu alanlar ve bu alanların her birinde gözlenebilecek belirtiler aşağıda yer almaktadır.

A. Sosyal Etkileşim Sorunları 
1. Sosyal etkileşim için gerekli sözel olmayan davranışlarda yetersizlik: 
Sıra dışı göz kontağı özellikleri: Göz kontağı hiç kurmamak, çok kısa süreli kurmak ya da alışılmadık biçimde kurmak. Örneğin, birden bire gözlerini karşısındakinin gözlerine dikmek ve kaçırmak. 
Jest ve mimik kullanımında sınırlılık: Konuşurken çok az jest ve mimik kullanmak. 
Başkalarına ne kadar yakın ya da uzak duracağını ayarlayamamak: Sosyal ortamların gerektirdiği uzaklıkları ayarlayamamak; başkalarına fazla yakın ya da uzak durmak. 
Ses kullanımında sıra dışılık: Konuşurken alışılmadık ses kalitesi ve vurgu özellikleri göstermek. 
2. Yaşa uygun akran ilişkileri geliştirememek: 
Arkadaşlık kurmakta zorlanmak: Çok az sayıda arkadaşa sahip olmak ya da hiç arkadaş edinememek. 
Akranlarla etkileşimde bulunmamak: Kendi yaşıtlarıyla oynamada, konuşmada vb. çok isteksiz davranmak; örneğin, yalnızca kendisinden çok küçük ya da büyük kişilerle etkileşmek. 
Yalnızca özel ilgilere dayalı ilişkiler geliştirmek: Belli kişilerle, yalnızca belli ilgilere dayalı olarak (örneğin, favori konularda) etkileşimde bulunmak. 
Grup içinde etkileşimde bulunurken zorlanmak: Örneğin, işbirliğine dayalı oyunların kurallarına uymakta zorlanmak. 
3. Başkalarıyla zevk, başarı ya da ilgi paylaşımında sınırlılık: 
Yalnızlığı yeğlemek: Başkalarının genellikle aile üyeleriyle ya da arkadaşlarıyla birlikte yaptığı pek çok şeyi (örneğin; TV izlemek, yemek yemek, oyun oynamak vb.) yalnız başına yapmayı yeğlemek. 
Belli olay ya da durumlara başkalarının dikkatini çekme çabası göstermemek: Örneğin; şaşırtıcı bir durum karşısında başkalarına işaret etmemek, bir şey başardığında başkalarıyla paylaşmamak vb. 
Sözel övgü karşısında tepki vermemek: Başkalarının kendisine yönelttiği övgü sözleri ya da sözel onaylamalar karşısında çok az tepki vermek ya da hiç tepki vermemek. Örneğin, hoşnutluk belirtisi göstermemek. 
4. Sosyal-duygusal davranışlarda sınırlılık: 
Başkalarının ilgisi karşısında tepkisiz kalmak: Birileri kendisine seslendiğinde ya da kendisiyle etkileşmek istediğinde tepki vermemek, duymuyormuş ya da fark etmiyormuş gibi davranmak. 
Başkalarının yaptıklarına karşı ilgisizlik: Ortama birinin girmesi, ortamdan birinin çıkması, birinin konuşmaya başlaması gibi, başka çocukların çok ilgisini çeken bazı olaylar karşısında ilgisiz kalmak; böyle durumlarda, gülümseme gibi hoşnutluk ifadeleri ya da ağlama gibi hoşnutsuzluk ifadeleri göstermemek. 
Başkalarının duygularını anlamada yetersizlik: Üzülen, ağlayan, kızan, sevinen vb. kişiler karşısında duyarsız davranmak; örneğin, üzgün birini rahatlatma çabası göstermemek. 
B. İletişim Sorunları 
5. Dil gelişiminde gecikme: 
İki yaşından büyük olup da tek bir sözcük bile söylememek. 
Üç yaşından büyük olup da iki sözcüklük basit ifadeler (örneğin, ‘baba git') kullanmamak. 
Konuşmaya başladıktan sonra basit bir dilbilgisi yapısı kullanmak ya da belli yanlışları tekrarlamaya devam etmek. 
6. Karşılıklı konuşmada zorluk: 
Karşılıklı konuşma başlatmada, sürdürmede ve sonlandırmada önemli sorunlar göstermek: Örneğin, bir kez konuşmaya başlayınca, konuşmayı uzun bir monolog şeklinde sürdürmek ve karşısındakilerin yorumlarını göz ardı etmek. 
Konuşma konularında seçicilik: Kendi favori konuları dışındaki konularda çok zor ve isteksiz olarak konuşmak. 
7. Sıra dışı ya da yinelenen dil kullanmak: 
Başkalarının kendisine söylediklerini yinelemek. 
Televizyondan duyduklarını ya da kitaplardan okuduklarını, ilişkisiz zamanlarda ve bağlam dışı olarak yinelemek. 
Kendisinin uydurduğu ya da yalnızca kendisine anlam ifade eden sözleri yinelemek. 
Aşırı resmilik ve didaktiklik gibi konuşma özellikleri göstermek. 
8. Gelişimsel düzeye uygun olmayan oyun:
Senaryolu oyunlarda sınırlılık: Oyuncaklarla evcilik, okulculuk, doktorculuk vb. hayali oyunlar oynamamak. 
Sembolik oyunlarda sınırlılık: Bir nesneyi başka bir nesne olarak (örneğin, küpü mikrofon olarak) kullanarak oyun oynamamak. 
Oyuncaklarla alışılmadık biçimlerde oynamak: Örneğin; topu zıplatmak yerine sürekli olarak bir eliyle vurmak, Legoları birbirine takıp bir şeyler yapmak yerine sıraya dizmek vb. 
Sosyal oyunlara karşı ilgisizlik: Küçük yaşlardayken, ‘ce-e' vb. sosyal oyunlara karşı ilgi göstermemek. 
C. Sınırlı/Yinelenen İlgi ve Davranışlar 
9. Sınırlı alanda, yoğun ve sıra dışı ilgilere sahip olmak: 
İlgi takıntıları: Bazı konulara karşı aşırı ilgi duymak ve başka konuları dışlayarak sürekli o konularla ilgili konuşmak, okumak, ilgilenmek vb. istemek. 
Bazı sıra dışı konulara aşırı ilgi duymak: Örneğin; astrofizik, uçak kazaları ya da sulama sistemleri. 
İlgi duyduğu konularla ilgili ince ayrıntıları anımsamak: Kendi favori konularındaki en ince ayrıntıları bile ezbere bilmek. 
10. Belli düzen ve rutinlere ilişkin aşırı ısrarcılık:
Belli etkinlikleri her zaman belli bir sırayla yapmak istemek: Örneğin, arabanın kapılarını hep aynı sırayla kapatmak. 
Günlük rutinlerde değişiklik olmamasını istemek: Örneğin, eve gelirken hep aynı güzergâhı izlemek ya da eve geldiğinde önce televizyonu açıp sonra tuvalete gitmek. 
Günlük yaşamdaki değişiklikler karşısında aşırı tepki göstermek: En ufak bir değişiklik karşısında aşırı kaygılanmak ya da öfke nöbeti yaşamak. 
Değişiklikleri daha kolay kabullenebilmek için, meydana gelecek değişikliklerle ilgili önceden bilgi sahibi olmaya gereksinim duymak. 
11. Yinelenen (kendini uyarıcı) davranışlar: 
Sıra dışı beden hareketleri: Örneğin; parmak ucunda yürümek, çok yavaş yürümek, kendi ekseni etrafında dönmek, durduğu yerde sallanmak, farklı bir beden duruşuna sahip olmak vb. 
Sıra dışı el hareketleri: Örneğin; ellerini sallamak, parmaklarını gözlerinin önünde hareket ettirmek, ellerini farklı biçimlerde tutmak vb. 
12. Nesnelerle ilgili sıra dışı ilgiler ve takıntılar: 
Nesneleri sıra dışı amaçlarla kullanmak: Örneğin, oyuncak arabanın tekerleklerini çevirmek ya da oyuncak bebeğin gözlerini-açıp kapamak vb. davranışları tekrar tekrar yapmak. 
Nesnelerin duyusal özellikleriyle aşırı ilgilenmek: Örneğin, eline aldığı her nesneyi koklamak ya da gözlerinin önünde tutarak ve evirip-çevirerek incelemek. 
Hareket eden nesnelere aşırı ilgi göstermek: Örneğin; tekerlek ya da pervane gibi dönen nesnelere, akan su ya da yanıp sönen ışık gibi hızlı hareket eden görüntülere uzun sürelerle bakmak. 
Nesne takıntıları: Bazı sıra dışı nesneleri (örneğin, bir silgi ya da küçük bir zincir parçası) elinden bırakmak ya da gözünün önünden ayırmak istememek. 


Otistik Bozukluk Tanısına İlişkin Ölçütler 

Amerikan Psikiyatri Birliği, otistik spektrum bozuklukları içinde yer alan otizm tanısı için: 
Çocuğun yukarıda sıralanan 12 belirtiden en az altısına sahip olmasını; 
Bu belirtilerden en az ikisinin sosyal etkileşim sorunları kategorisinden, en az birer tanesinin ise diğer iki kategoriden (iletişim sorunları ve sınırlı/yinelenen ilgi ve davranışlar) gelmesini kabul etmektedir. 
Ayrıca, bu belirtilerden en az birinin 36 aydan önce varlığı da aranmaktadır. 
Otistik spektrum bozukluğu şemsiyesi altında yer alan diğer kategoriler için daha farklı ölçütler söz konusudur. Örneğin, Asperger sendromu tanısı için, iletişim sorunları alanında herhangi bir belirti görülmemesi gerekmektedir. 

Erken Teşhis ve Tedavi 
Bebeklik dönemi açısından değerlendirme yaptığımızda; otizmin erken teşhisi ile ilgili olarak özellikle sosyal belirtilere dikkat edilmesi gerekmektedir. 15. aya kadar göz kontağı kurmama, taklit etmeme, yüz ifadesinin donukluğu ve olağandışı motor bulgular özellikle önem taşımaktadır. Bunların dışında,

Erken Tanıda Dikkat Edilmesi Gereken En Belirgin Gelişim Özellikleri:
1.ay › yüze bakma
2.ay › gülümseme
2-3. ay › obje takibi
2-6..ay › sesli uyaranlara tepki
3-6.ay › kavrama becerileri
4-7.ay › yüz ifadelerini ayırma
6. ay › heceler
7. ay › konuşma seslerini taklit
8-10.ay › bakımverenleri tercih etme
12. ay › bakımverenden ayrılmaya tepki yoksa,
12-24. ay› işaret etmiyor, objeyi yetişkine göstermiyor, isme cevap vermiyor, uygun jestleri göstermiyor, sosyal uyaranlara tepkisiz davranıyor ise;
12. ayda babıldama yok, 16.ayda sözcük yok ise, 24. ayda spontan iki kelime ile cümle yoksa , bir uzman tarafından çocuğun değerlendirilmesi kritik önem taşımaktadır.
Erken Tanı Neden Önemlidir?
Erken çocukluk dönemi, özellikle yaşamın ilk beş yılı beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönemdir. Bu gelişimsel özellik çocuğun öğrenme yeteneğini doğrudan etkilemektedir. Otistik çocuklarda, sinir hücreleri arasında kurulan bağlantıların sayıca daha az ve yapısal olarak da sağlıksız özellikler taşıması nedeniyle, özellikle erken çocukluk döneminde beyin ve sinir sisteminin gelişimi için çocuğun düzenli olarak uyarılması gerekmektedir. 
Çocuk eğitimcileri çocuklarda okul öncesi eğitimin okul başarısına olumlu etkilerini kanıtlamışlardır. Çocuklar için önemle vurgulanması gereken erken çocukluk dönemi eğitimi, özel ihtiyaçlar gösteren çocuklar için daha da önemlidir. 
Otizm her ne kadar yaşam boyu süren bir durum olsa da ve tam olarak iyileşme bugünkü bilgilere göre mümkün görülmese de, erken çocukluk döneminde yoğun eğitim alan çocukların gösterdiği semptomlarda olumlu yönde belirgin değişikliklerin olduğuna ve %70’e varan düzelmelerin olabileceğine işaret eden umut verici bilimsel araştırmalar bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar, özellikleri ve gereksinimleri ne olursa olsun her vakada erken tanı ve eğitimin olumlu etkisini kanıtlamıştır. Ancak bu noktada çocukların bireysel özellikleri ve zihinsel becerilerinin, yaşadıkları aile ve sosyal çevrenin bu süreçteki önemini göz ardı etmemek gerekecektir.

NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 

29 Ekim 2013 Salı

Çocuğunuza ne bırakacaksınız?

" Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya,... taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz.... Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü varmı diye aranmaya başladı...

- "Üstü kalsın kardeşim" dedim.
Döndü bana doğru:
- "Vaktin varmı ağabey ?" dedi.
- "Evet" dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- "Birader" dedim,"9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 krş. benden?"
- "Ne alacağım ağabey 50 krş.u!"
- "Peki, niye gittin 25 krş. için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim."
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- "Vaktin varmı ağabey?"
- "Var."
- "Çek kapıyı o zaman."
Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız...

5 dk. konuştuk. İngiltere'de profösüründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- "Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık."
"Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize" Durun kalkmayın" derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı."
"Aha" dedim, "Bizim meslekten", seminerci...
- "Ne anlatırdı baban?"
- "Hayatta nasıl başarılı olunur?"
" O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor."

- "Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,"Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?"
- "Ne bıraktı?"
- "Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın..." Falan filan...
"Ağabey, aradan 15 yıl geçti…"
"Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var."

"Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- "Asıl mirası bizim baba bırakmış."
"Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 krş’u evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah'a şükür."
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- "Dur ağabey, asıl bomba şimdi!"
- "Nedir bomban?"
- "Nerede oturuyoruz biliyor musun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz."

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.
Bir Babanın En Güzel Mirası AHLAK'tır...

Kaynak : Ahmet Şerif İZGÖREN

25 Ekim 2013 Cuma

Kanser düşmanı ; C VİTAMİNİ


C Vitamini Nedir ve C Vitamini Özellikleri Nelerdir? 

C vitamini faydaları sağlığımız için birçok açıdan önem taşır. C Vitamini biyolojik işlevlerin çeşitliliğinde hayati bir rol oynayan suda eriyen bir maddedir. C vitamininin diğer adı askorbik asittir. Diğer canlılara benzemeyen şekilde, insan vücudu kendi C vitamini ihtiyacını üretemez ve bu nedenle beslenmemizde  günlük C vitamini kullanımı  sağlığımız açısından önemlidir. Askorbik asit suda eriyen bir vitamin olduğundan vücudumuzun dokularında sadece sınırlı miktarlarda depolanır. Fazla C vitamini miktarları vücuttan idrarla atılabilir ve böylelikle bu vitamin nadiren toksisite ile ilişkilendirilir.

C Vitamini Faydaları

Kolajen Yapıcı

Kolajen yapıcı özelliği C vitamini faydaları arasında yer alan önemli bir işlevdir. C vitamini hücreleri dokuları oluşturmak için bağlayarak bedeni bir arada tutan birincil madde olan kolajen oluşumunda çok önemli roller oynar. Vücudumuzun her kısmında, kemiklerimiz, cilt, tendonlar, kartilaj, kan damarları ve dişler dâhil mevcuttur. C vitamininin eksikliğinden doğabilecek olan iskorbüt olarak adlandırılan hastalık kan damarlarının zayıflama ve sızma yapmasına,  kemikler ve bağlayıcı dokuları zayıflamasına ve cildin sarkmasına sebep olan bütün vücudumuzda kolajen dokusunun bozulması ile meydana gelir.

Güçlü bir Antioksidan

C vitamini yararları arasında güçlü bir antioksidan olması sebebiyle  serbest radikallere karşı koruyucu özelliğinin bulunması da vardır . Bu vitamin hücrelere zarar veren ve bağışıklık sistemini zayıflatan ve yaşlanma ve hastalığın başlıca nedeni olan serbest radikallerden bedenlerimizi koruyan önemli bir antioksidandır. Askorbik asit DNA’nın ve başka moleküllerin DNA’ya ve diğer moleküllere oksidatif zararlarını asgariye indirmek için E vitamini ile ve enzim glütasyon peroksidaz ile beraber çalışır. Aynı zamanda kalp krizlerini önlemeye yardımcı olması C vitamininin faydaları arasındadır. Zira LDL olarak adlandırılan kötü kolesterol sadece serbest radikallerden zarar gördüğünde tehlikeli olur. Bağışıklık sistemini destekler. Antikor oluşumunu hızlandırıcı etkisi vardır. Dişeti sağlığı ve yaraların iyileşmesi için yararlıdır.

C Vitamininin Diğer Yararları

· Anemi tedavisine yardımcı olur, zira demir emilimine yardımcı olur.

· Katarakt oluşumunu önlemeye veya geciktirmeye yardımcı olur zira araştırmalar düşük C 
vitamini düzeylerinin artan katarakt riskiyle ilişkili olduğunu göstermektedir.

· Birçok kanser çeşidine karşı korunmaya yardımcı olur.

· Toksik mineral kurşunun birikimini engeller.

· Sıradan soğuk algınlığının önlenmesinde ve tedavisinde kullanılabilir.

· Uzmanlar, hamilelikte veya emziren annedeki C vitamini eksikliğinin anne karnındaki ve yeni doğan bebeğin zihinsel gelişimini etkilediğini belirtiyorlar. Kopenhag Üniversitesi Yaşam Bilimleri Fakültesi’nde gerçekleştirilen ve sonuçları American Journal of Clinical Nutrition adlı tıp dergisinde yayınlanan araştırma,  C vitamini eksikliği olan kobayların hipokampüsle ilgili nöronlarının %30 daha az olduğunu ve hafızalarının daha kötü olduğunu göstermiştir.

· California Üniversitesi’nde yapılan ve sonuçları Amerikan Sağlık Birliğinin (JAMA) dergisinde çıkan araştırmaya göre, çok sigara içen kişilerin kanlarında yüksek olduğu saptanan kurşun miktarı, 1000 mg. C vitamini yüklemesiyle düşürülebilir.

· Boston’daki Tufts Üniversitesi araştırmacıları, 10 yıldan fazla C vitamini alan kişilerde, kataraktın ilk belirtisi olan erken göz merceği donukluğu riskinin %77 oranında ortadan kalktığını tespit etmişlerdir.

C Vitamini ve Kanser

• Kansere karşı mücadele eden NK-natural killer adlı hücreler büyük oranda C vitamini olduğunda aktif olabiliyor.

• C vitamini antikanser aktivitesi olan interferon üretimini de canlandırıyor.

• C vitamini, hücreyi serbest radikallere karşı korumaya yardım eden peroksidazları artırıyor.

• Amerikada’ki Ulusal Sağlık Enstitüsünce yapılan ve sonuçları Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi dergisinde yayınlanan araştırmaya göre yüksek dozda C vitamini enjekte edilmesi kanserin ilerlemesini önleyici etki göstermektedir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde C vitamini enjeksiyonu tümörlerin yarı yarıya küçülmesini sağlamıştır.

• C vitamininin kanser hücresini öldürme etkisinin yalnızca damardan alındığı zaman mümkün olabildiği belirtiliyor.

• Nadirende olsa bazı durumlarda C vitamini kullanımının hızla büyüyen habis tümörleri olan kişilerde tümör nekrozunda ani bir artışa yol açarak ölümcül bir etki yapabileceği belirtiliyor. Bu yüzden bu tür tedavilerin sadece doktor gözetiminde olması gerekiyor.

• Bazı kanser türlerine karşı etkili olabileceği belirtilirken bir çalışmada ise lösemi hastalarında olumsuz etki yaptığı görülmüştür. Bu yüzden daha net bulgular elde edilene kadar lösemi hastalarının bu şekilde C vitamini kullanması tavsiye edilmiyor.

• C vitamininin kanser tedavisinde kullanılabileceğini ifade eden doktorlar olmakla birlikte henüz yeterli kanıt olmadığı için bu tür bir tedaviye karşı çıkan uzmanlarda var. Ayrıca C vitamini gibi antioksidanların kemoterapi ve radyoterapinin etkisini azaltabileceği uyarısında bulunuyorlar. Bu yüzden doktordan habersiz olarak bu tür antioksidanların kullanılmaması gerektiği ifade ediliyor.

C Vitamini Nelerde Bulunur – C Vitamini İçeren Yiyecekler Hangileridir?

C vitamini en çok taze meyve ve sebzelerde bulunur. Kuşburnu, misket  limonu, frenk üzümü, portakal, greyfurt, yeşil biber c vitamini kaynakları arasında olan besinlerdir. Domates, karnabahar, ıspanak, patates gibi besinler de içinde C vitamini bulunan besinler arasındadır.

Günlük C Vitamini İhtiyacı

C vitamini kullanımı : Önerilen C vitamini miktarı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu vitamin için RDA (Önerilen Günlük Doz) 60 mg’dır fakat bilhassa belirli bir sağlık durumu riski ile karşı karşıyaysanız birçok sağlık uzmanı 500 mg lık dozlar önerir. Şayet genel sağlığınızı bir multi vitamin veya besin takviyesi ürünü ile iyileştirmek istiyorsanız, formülde 40 ila 60 mg askorbik asit makul miktar olmalıdır.

C Vitamini Fazlalığı:  Bulantı kusma ve ishale neden olur. Fazla c vitamini alımı böbrek taşı riskini artırabileceği belirtilmektedir.

C Vitamini Eksikliği: C vitamini eksikliğinde iskorbüt denilen hastalık ortaya çıkar. Diş eti kanamaları ve çürümeler görülür. Enfeksiyonlara karşı direnç zayıflar.

İskorbüt: C vitamini eksikliğinde ortaya çıkan bir hastalıktır. Halk arasında diş eti çekilmesi olarak bilinir.

Halsizlik, kolayca kanayan dişetleri, ciltte morluklar, eklemlerde ağrı ve yuvarlanan saçlar belirtileridir. C vitamini eksikliğinde yorgunluk, iştah azalması, yara iyileşmesinde gecikme, deride kuruluk ve çatlamalar, eklemlerde şişmeler olur. Vücut direncinin azalmasından dolayı grip ve nezleye yakalanma riski artar.


Antikor : Vücudun bakterilerin antijenlerine (ki protein yapidadırlar) karşı akyuvarlarca (bi iki merkez daha var) ürettiği proteinler.


NOT: Lütfen doktorunuza danışınız. Paylaşımlar sadece deneyim ve araştırmalardan ibarettir. 

Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Ana_Sayfa

24 Ekim 2013 Perşembe

Lösemi ve Kemik iliği nakli nedir? Ne kadarını biliyoruz?

Lösemi Nedir?

ÇOCUKLUK ÇAĞINDA LÖSEMİLER:
Çocukluk çağındaki kanser vakalarının %35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sıradadır. Lösemiler hücre cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere 2 ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir.Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200-1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılmamıştır. Sitogenetik ve moleküler tekniklerdeki yeni gelişmelerle; genetik yatkınlıklar, radyasyon, benzen ve türevleri (bali, vs.), böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden oldukları çalışmalarla gösterilmiştir. Lösemi her yaşta görülmektedir. En sık çocukluk çağında 2-5 yaşlarında artmaktadır. 1 yaşın altında, 10 yaşın üstündeki yeni vakalarda tedaviye cevap azalmaktadır.
Herhangi bir etkiyle damarlarımızda dolaşan kanın esas yapım yeri olan kemik iliğimizdeki ana hücrelerde oluşan şifre değişikliği ile blast adını verdiğimiz olgun olmayan kan hücrelerinde artış meydana gelmektedir. Bu hücreler hızla yayılarak kemik iliğini, lenf bezlerini, dalağı, karaciğeri, beyin ve merkezi sinir sistemini tutmaktadır.
BELİRTİLERİ:
Çocuklarda lösemi hastalığının belirtileri:
* İştahsızlık
* Kansızlık
* Zayıflama
* Bacaklarda kemik ağrıları
* Cilt altında kanamaları (kırmızı noktalar veya morarmalar)
* Burun ve dişeti kanamaları
* Ateş
ilk gözlenen bulgulardır.Ayrıca yayıldığı organlara ait belirtiler, örneğin başağrısı, kusma, karın ağrısı, görme bozuklukları önem taşıyabilir. Bu yakınmalarla müracaat ettikleri çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme, kanama bulguları tespit edilebilir.
Yapılan kan, kemik iliği, hücre tipini belirleme ve genetik tetkikler sonucu kesin tanı konulabilir.
Tanıdaki ayrıntılı testler genellikle lösemi tiplerini, tedavi prensiplerini belirlemede yardımcı olacaktır.

TEDAVİSİ:
Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile başlar. Bu safhada kan veya kanın içindeki özel hücrelerini donörlerden (gönüllü kan verici kişi) alınarak lösemili hastaya verilmesi, enfeksiyon mevcutsa gerekli mücadelelerin yapılması, böbreklerin, karaciğer ve kalbin kemoterapi ilaçlarının yan etkilerinden korunma önlemlerinin alınması çok önemlidir.
Ayrıca hastaların ve ailelerin hastalık hakkında bilgilendirilmesi, löseminin umutsuz değil, tersine iyi bir tedavi ve moral desteği ile lösemide %85'lere varan oranda iyileşmenin sağlandığının açıklanması tedavinin ikinci basamağıdır.
TEDAVİ ESASLARI ve İLK TEDAVİ:
Çok yüksek doz, birbirinden farklı en az 6 çeşit ilacın 4-6 hafta içerisinde damardan ve ağızdan verilmesidir. Burada amaç, blast adı verilen kötü huylu ana hücrelerin yok edilmesidir.
Ancak bu kemoterapi ilaçları, maalesef yalnızca kötü hücreleri etkilememekte, vücudumuzun iyi, faydalı hücrelerini de yok etmektedir. Bu nedenle, çocuklarımızın saçları dökülmekte, ağızlarında, bağırsaklarında yaralar açılmakta, halsizleşmektedirler. Yine, vücudumuzu enfeksiyonlara karşı koruyan savunma hücreleri de ilaçlarla yok edildiğinden immün sistem yıkılmakta, en ufak bir mikrop, hastalık etkeni dahi tüm vücuda yayılıp ağır ateşli enfeksiyonlara neden olmaktadır.
Bu nedenle lösemili çocuklarımız etraflarındaki insanlardan, havadan, sudan mikrop almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar.

Kemik İliği Nakli Nedir?

Çocukluk çağı lösemilerinde esas olan ilaçla tedavidir. Toplam 3-3.5 yıl süren kemoterapi sonunda % 85'lere varan oranda tamamen iyileşme sağlanır. Tedaviye cevap alınamayan vakalarda ve bazı özel durumlarda kemik iliği nakli uygulanabilir (%5-10 oranında).
TEDAVİNİ ESASLARI NELERDİR?
Kemik iliği naklinde temel prensip, kan hücrelerinin yapımını sağlayan ana-kök hücrelerin sağlam bireylerden (verici-donör) alınarak lösemi hastasına verilmesidir. Böylece normal kan yapımı sağlanmış olur.
KİMLERDEN KEMİK İLİĞİ ANA-KÖK HÜCRELERİ ALINIR?
1- Doku grupları (HLA) uygun kardeşlerden veya nadiren diğer aile bireylerinden (ALLOJENİK).
2- Doku grupları (HLA) uygun akraba olmayan vericilerden (Kemik İliği Doku Bilgi Bankası aracılığıyla).
3- Hastanın kendi kemik iliğinin dondurularak saklanması ve gerektiğinde verilmesi.
4- Damarlarımızda dolaşan kanın içindeki ana-kök hücrelerin özel bir yöntemle toplanarak hastaya verilmesi.
5- Göbek Kordonu Kanı: Yeni doğan kardeşin ana-kök hücrelerden zengin plasentasından (eş) toplanan kanın kullanılması.
NASIL KEMİK İLİĞİ ALINIR?
Toplama işlemi ameliyathane koşullarında genel anestezi altında uyutularak yapılır. Özel iğneler kullanılarak kemik içine girilerek ilik enjektörlere çekilir. Belirli miktarda alınan ana-kök hücreler özel torbalarda, filtre edilerek bekletilmeden lösemi hastasına damar yoluyla verilir.
Ana-kök hücrelerin çok çok az bir kısmı alındığından verici-donör için yapılan işlemin hiçbir sakıncası yoktur.
Nakil işlemlerinden sonra 3 hafta içinde sağlam ana-kök hücrelerden kan hücrelerinin hızla yapımı başlar. Verilen kemik iliğinin alıcıda reddini önlemek amacıyla 6 ay kadar koruyucu tedaviler uygulanır.
KEMİK İLİĞİ NAKLİNİN BAŞARI ORANI:
Dünyanın gelişmiş hematoloji merkezlerinde olduğu gibi ülkemizde de kemik iliği nakli başarıyla yapılmaktadır. Löseminin cinsine ve vericinin uygunluğuna göre değişmekle birlikte sonuçlar olumludur. %43 ile %83 oranında başarı elde edilmektedir.
YAN ETKİLERİ:
Alıcı lösemi hastasının kemik iliği nakline hazırlanma aşamasında ve sonrasında çeşitli ciddi komplikasyonlar çıkmaktadır. Geç dönemde de normal kişilere göre 5 kez daha fazla oranda yeniden lösemi ya da çeşitli kanser tipleri ortaya çıkabilir.
Kemik iliği naklinden 1 yıl sonra, lösemili çocuklar sağlıklarına kavuşmakta ve normal yaşantılarına dönebilmektedirler.
Ülkemizde hasta başına ortalama 25.000 dolara malolan kemik iliği nakli, yurt dışında bir sağlık turizmi haline getirilmiş olup 100.000-250.000 dolar harcanmaktadır. Bu nedenle; Türkiye'de daha çok sayıda özelleşmiş kemik iliği nakli merkezinin hizmete açılması yararlı olacaktır.
Not: UNUTMAYIN SADECE BİR TÜP KAN VEREREK BİRİLERİNE HAYAT VEREBİLİRSİNİZ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-İ Sina Hastanesi, Akrabalık Dışı Kemik İliği ve Kordon Kanı Bankası Tel: 0312 508 24 44
Antalya-Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Pediatri bölümü. Başvurular pediatri servisinden yapılacak. Tel: 0242 249 60 00
Bursa-Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi=0224 295 00 00
İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası Tel=0212 534 75 00
İzmir-Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kan Merkezi=0232 390 40 29
Kayseri-Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,
Konya-Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi

GÖNÜLLÜ KEMİK İLİĞİ BAĞIŞCISINDAN KAYIT SIRASINDA NELER TALEP EDİLİR ?
1- 5 ml'lik küçük bir tüp örneği alınır. (Herhangi bir kan tahlilinde olduğu gibi.)
2- "Kemik İliği / Kök Hücre Bağış Formu" doldurulur. Vericinin kanı incelendikten sonra kişi, kemik iliği bankası gönüllü vericisi olarak kaydedilecektir.